8 Şubat 2010 Pazartesi

OFB Vol. 2: Ceket

"Kadın cinsi olarak açık, dekolteli ve şık gece elbiseleri giymek istiyorduk ve fakat geceleri çok soğuk oluyordu, buna rağmen diğer kadınları hasetlerinden çatlatmak için şıklığımızdan vazgeçmek istemiyorduk ama üşümek de istemiyorduk ve giyeceklerimizi erkeklere taşıtmanın bir yolunu da bulamadık, bunun üzerine soğuk gecelerde bize versinler diye erkeklerin kendilerine çok yakıştığına inandırdığımız birşey icat ettik: Ceket!"

--Kadınlar Erkekleri Nasıl Fethettiler (Hayalevi Yayıncılık)--

7 Şubat 2010 Pazar

Olaylara Farklı Bakış (OFB) Vol. 1: Emniyet kemerinin icadı!

"Depresyona girmiş dikkatsiz insanlar sürekli arabalarıyla birbirlerine çarpıyorlar ve kazalar sonucu hayatlarını yitiriyorlardı. Bu kazalar ve can kayıpları o kadar arttı ki sonuçta karşı tarafın maddi hasarını karşılayacak veya kendi arabasını tamir ettirecek insanlar çoktan ölmüş oluyorlardır. Zamanla para harcanmaz oldu ve biz bundan zarar etmeye başladık. Ayrıca ölenlerin suratlarındaki huzurlu gülücükler de gece gündüz daima daha fazla para hırsıyla çalışıp mutsuz olan bizleri fitil ediyordu. Düşündük taşındık ve bunları engelleyip mutsuz ve dikkatsiz insanlardan para kazanabilmek için psikolog varlıklardan sonra en önemlibuluşu yaptık: Emniyet kemeri!"

ml: Cnm uğraşma artık şu meslek grubuyla lütfen, lütfeen..

26 Ocak 2010 Salı

"Sanırım artık kendimi o kadar çok açığa vurmak istemiyorum" yazısı

Gayet uzun bi yazı yazmıştım sonra farkettim ki fikirlerimi dışarı döküyorum ve bunları alan insan (doğru fikirler ya da yanlış, farketmez) biraz kurcalayıp biraz oynayarak kendine birşeyler katabilir..... Bundan benim çıkarım ne sorması ayıp? Ne bir yorum geliyor, ne bir tartışma ortamı oluyor, hadi ama tanrı aşkına kocaman bi düşünce köşesi bile açmıştım sırf birşeyleri tartışmak için. Çünkü sadece okuyana değil yazana da azıcık hayrı dokunsun di mi? Şimdi ben buralara bişiyler yazcam, sen aklındaki kendi düşüncelerinle birleştiricen ve üçüncü bir düşünce bulup daha geniş düşünücen.... e ben napiim? Sende 3 düşünce var bende düşün allah düşün 1 tane.... O yüzden tekel işçileri, devlet, yönetim, nasıl iyileştirilebileceği, insani ihtiyaçlar, bunların nasıl karşılanamadığı, kişiyi kurtaracak yol vs vs vs hakkındaki görüşlerimi kendime saklamaya karar verdim. Başardıımda "ben zaten biliyodum" diye bir yazı yazarım.

Herkese kolay gelsin.

5 Ocak 2010 Salı

Klişelere farklı bir bakış ve gerçekliğin bulanması.....

"Herşey bakış açınıza bağlıdır..." en azından gurular böyle diyorlar veya NLP uzmanları ya da sevgili psikologlar hatta ve hatta anneler, babalar, hocalar, arkadaşlar.... liste uzayıp gidiyor...

Birşey ne zaman özlü ya da klasik olmaktan çıkıp da "klişe" olur? Sanırım bazıları bu şeyleri yaşayıp (veya yaşadıklarını sanıp) almaları gereken dersi almadıklarında ve bu kişilerin sayısı artıp da birbirlerini bulup da fikir alışverişine başlayıp birbirlerini onayladıklarında... İşte o zaman tekil ve (ne kadar olabilirse o kadar) bireysel olan tek bir fikir kendi yandaşlarını (ne kadar doğru ya da yanlış olduğu an itibariyle önemsiz) bulduğunda doğru ya da daha kötüsü gerçek olduğunu zannediyor... Bir söylemin klişe olarak sınıflandırılmasına şaşmamak gerekir aslında, ya da bu fikirleri klişe klasmanına dahil eden zavallı ancak neye göre kime göre zavallı oldukları belirlenmediğinden zavallı oldukları belgelenmemiş ( ya da zavallı çok ağır kaçtı burda ama dürüst olup değiştirmeyeceğim onun yerine henüz olgunlaşmamış veya olgunlaşmayı seçmemiş demek daha uygun kaçacak kanımca) zihinler bu söylemleri o kadar basit görürler (ki yapı itibariyle de her an, herhangi bir kişi tarafından düşünülebilirmiş gibi görünürler) ki doğru olmalarının çok saçma olabileceği kanaatine varırlar ve en büyük hatayı yapıp bu kadar saf, rafine ve değerli bir bilgiyi ihmal ederler... Uçaksız bir gökyüzünde üzerlerine bir boeing düşme ihtimali bu sözlerin doğru çıkmasından daha olası görünür....

İşte böyle bir klişe söz var başta söylediğim: Herşey bakış açınıza göre değişir!

Bir an için bunun doğru olabileceğine inanın. Var sayın ki bir filmdesiniz... yargılamadığınız, sadece senaristin, yönetmenin, oyuncuların size sunduğu ve kabul ettiğiniz bir filmde... Bazı sahneleri çok da hoşunuza gitmiyor, bazen çok sıkılıyorsunuz, bazen çok eğleniyorsunuz, ağlıyorsunuz, nefesiniz kesiliyor gülmekten... işte böyle bir filmdesiniz mesela... ve birisi diyor ki: Bu söz doğru olabilir! Haydi bu söz doğrultusunda şu sözü inceleyelim beraber:

"Başka bir dünya huzurlu"

Böyle okuyup geçince sanki gerçekten başka bir dünya olsa o dünya huzurlu olacakmış gibi değil mi? Tek yapmamız gereken şey şudur: O başka dünyayı bulalım! Çoğuları denemişler, denemişler... bakış açılarını değiştirmek hariç herşeyi denemişler... Kendilerince imkansızlığını kendilerine kanıtladıktan sonra başkalarıyla da tartışmışlar bu "imkansızlığı"... Onlar da tabiki açıyı değiştirmediklerinden (çünkü bakış açısını değiştirmek de tam yapılamadığından çok saçma görünmüş ve tatbik edilmemiş) sözün özünü görememişler ve öyle bir dünyanın asla var olmayacağından, bunun sadece (artık) "klişe" bir laf olduğundan, bunlara kanmayacak kadar "olgun" olduklarından emin olmuşlar.... Yeni kılıf çok güzel görünmüş... Ortaçgilin şarkısını dinlerken "minik kediler"den olmak istermişler ancak bilinç altlarında "büyük kediler" yatarmış ve onlara dönüşmüşler... "Sesli, hırslı, kocaman gözlü (aç gözlü) büyük kediler...." mutsuzluk büyük görünmenin yanında çok da önemli değilmiş ve onu kaybetmişler.... Gerçi birşeyleri kaybettiklerini farketmişler ancak bunun mutluluk olduğu akıllarının ucuna gelmemiş... Yaptıkları onları mutsuz etmezmişmiş, onları asıl mutsuz eden başkalarının yaptıklarıymışmış... ancak bir yandan da hayatlarına kimsecikler müdahele edemezmişmiş (peki nasıl birisi karışıp da onları mutsuz etmişmiş?).... Velhasılı kerim bir gün birinin bir rahatsızlığı varmış. Olayları olduğu gibi göremiyormuş... "olduğu gibi"nin anlamını bilmediklerini farketmiş belki de ya da kim aslında neyin ne olduğunu tamamen biliyormuş ki? Bu kişi çoğunluğun içinde azınlık olduğundan dolayı "rahatsız" olarak etiketlenmiş ve rafa kaldırılmış.... Rahatsızlığı mı neymiş? Herkes giderken mersine, bu gidiyormuş tersine. Onun için bu klişe söz aslında şuymuş:

"Huzurlu dünya bir başka"

İçinde bulunduğu dünyadan pek memnun değilmiş, ancak diğer olgunlar gibi de başka bir dünyanın varlığına inanacak kadar "olgun(!?)" değilmiş, bu yüzden demiş ki:

"Madem bu dünyadan çok tat almıyorum ve amma velakin başka bir dünyaya da gidemiyorum, öyleyse içinde bulunduğum dünyayı değiştirsem ya... mesela eğer dünyam huzurlu olursa daha bir başka olur diyor bana bu söz"

Yani insanların başka bir (olmayan) dünyada arayıp da bulamadıkları huzuru, kendi sahip olduğu tek dünyaya getirebilirse bulunduğu dünyayı (hem kendisi hem toplam için) değiştirebilirmiş..... Bilmiyorum faydası olur mu....

--------------------------------------------------------------------

Aklıma takılan başka bir konu ise şudur: İnsan, varlığını nasıl doğrular? Yani "var" isen bunu nasıl kanıtlarsın?

İşte her zaman önceden düşünmüş insanların yaraya deva olamadıkları bir durum daha! Şimdi bazılarınızın aklına "var olma" ve "insan" düşünceleri bir arada kullanılınca şu söz gelmiştir, eminim:

"Düşünüyorum,öyleyse varım!" (latin. Cogito ergo sum) (Decartes) Hadi bakalım bunu doğruymuş gibi kabul edelim. Gerçekten yaşarken düşünürsün demek ki varsın diyelim, ve öldüğünde artık düşünmezsin, yaşamazsın, yoksundur (mu acaba?) Biraz bencilce bir düşünce değil mi? Yani bu şuna çıkıyor:

"Benim yaşamadığım dünyayı eşekler kovalasın, bana ne adam sende, pamuğu sokmuşlar üstümü örtmüşler, koy götüne rahvan gitsin!"

Hmmm... Peki hadi düşünce kısmını bir tarafa  bırakalım. "Varlık", "var olma durumu" nedir? Ne zaman varsındır ne zaman yoksundur? İlla ki fiziksel varlık mı söz konusudur? 15.000 km ötede birisi seni özleyerek hatırlarsa var mısındır mesela? veya 15.000 kişilik bir partideysen ve kimse senin orda olmanı istemiyorsa (daha da kötüsü farkında bile değillerse) orda var mısındır yok musundur? Birisi ölünce onu hatırlıyorsan ve hissediyorsan, sana işaretler bırakmışsa veya gönderiyorsa, ve sen bunlarla rastlantıları ayırtedebiliyorsan o zaman o merhum var mıdır, yoksa toprağın altında diye yok mudur?

Sen düşünüyorsun ve "varım" diyorsun. Yani var olduğuna kendin emin olabiliyorsun diyelim. Peki başka insanların var olduklarını nerden biliyorsun. Sonuç olarak: Görüyorum o halde var! diye bir söz yok. E onun düşünüp düşünmediğini asla bilemezsin... belki de... çok çılgınca ama belki de... belki o düşünmüyordur... sensindir tek düşünen (entellektüel bir seviyede olması gerekmediğini belirtmeme gerek yok sanırsam....pfff), bütün insanlar sensindir belki ve aynı zamanda sen bütün insanlarsındır.... o zaman başka bir klişeye götürür bu: "O her yerdedir!.... siz iki kişi konuşurken üçüncünüz, üç kişi konuşurken dördüncünüz "biziz".... "biz" size şah damarınızdan daha yakınız.... her şeyi duyarız, görürüz, biliriz, gücümüz yeter.....".... gerisi yorumsuz, yazının tamamı benim düşüncemi içermek zorunda değil hatta okuyanı düşünceye sevkederse daha bile güzel...


Yukardaki senaryo hoşunuza gitmedi mi? Sizin için "hassas" bir konu mu? Tamam onu boşverelim. Peki varlığın koşullarından biri gerçeklik olursa? Yani gerçekten var mısın yok musun?... Gerçeklik nedir? Algılamaya göre değişebilir, görecelidir bunlara sözüm yok.... Lafı dolandırmadan söyleyebilecek var mıdır? Epik, lirik, aşık vâri veya bohem şairler gibi değil yahu. Ali ata bak! kadar basit bir cümleyle "Gerçeklik .....dır" diyebilecek var mı aramızda?...... (en azından iddia edeni dinlemek isterim)..... Ben düşünüyorum ve tanıdıklarım arasında böyle birini bulamıyorum ne yazık ki.... (belki çocuklar diyorum bazen, saflar temizler ya belki onlar benden daha yakındırlar gerçeğe diyorum, sonra sanırım mutlu-basit hayata özlemimden ötürü kılıf uyduruyorum diyorum vaz geçiyorum)....

Eğer gerçeklik düşündüğümüz kadar da "gerçek" birşey değilse, o halde "varlığın" veya "yokluğun" çok da bir önemi olmaz... (Dünyada ölümden başkası yalan geyiğini yapmamanızı rica edeceğim çünkü ardında ne olduğunu bilmediğin bir şeye mutlak doğrudur diye bakabiliyorsan RTE'ye ve bütün medyaya tükenmez bir inançla bağlanman gerekir, çelişirsin, hoş olmaz :] )

Belki de gerçeklik tek ve somut birşey değildir... Belki bir kaç klişe söz bulmalıyız açıklayabilmek için gerçekliği. Mesela: "Gerçeklik de görecelidir", "Sen gerçeği bileceksin ve gerçek seni özgür kılacak", "Gerçekten neyi biliyoruz ki?"...

Yani ya bir gerçek yoksa, ya hergün binlercesini yaratıyorsak, paralel evrenler teorisi doğru ise, aslında fırsat mailyeti diye birşey yoksa, bir karar vermemiz gereken her anda aslında seçenek sayısı kadar evren oluşuyorsa ve her birinde birer seçimin sonuçları yaşanıyorsa..... Daha da kötüsü ya bir gün cennette otururken canımız çok sıkıldıysa ve bir oyun oynayalım dediysek.... Herşeyi önceden biz yazdıysak... "Gerçeği" biz oluşturduysak ve en ironik yanı da sonunda "gerçeğin" "yalan" olduğunu farketmemiz olsaydı ve o zaman, gerçeği bildiğimiz zaman özgür kalacaksak... amaç sona ulaşmak değilse önemli olan yolculuksa (klişe: Önemli olan varış noktan değil, oraya varırken yaşadığın yolculuktur).... ve eğer bu "yaşamı" biz tasarladıysak ve bu ipuçlarını kendimize bıraktıysak, belki de oyunu zorlaştırmak için bunları "klişe" haline getirip gözümüzün önünde duran şeyi gözümüzün önünde sakladıysak?.... Tam bizlerden beklenen şekilde bir oyun tasarlamış olurduk.... Herşeyin bir arka kapısı vardır, önemli olan orayı bulabilmek (bkz. Matrix- Anahtarcı) ise bu hayatın da bir arka kapısı olmalı... Bütün koyduğumuz (ama koyulmuş dediğimiz) kuralların etkisiz kalabileceği... Herkesin gerçek sandığı şeylerin tümünü kavrayabileceğimiz ve onların gözümüzün önünde parça parça yırtılmalarını izletebilecek böylelikle bizi bir üst seviyeye taşıyabilecek bir arka kapı..... Mümkün, ama o kadar saçma ki uçurumdan paraşütsüz atlamaya başlıyor.... Aslolan şu iki soru:

Bunu ister miydiniz ve bedelini ödemeye hazır mıydınız?

Hem de getirilerinin dilediğiniz gibi olup olmayacağını bilmeden.....

İyi geceler....

(Bu da başka bir komik tarafı hayatın, büyük ihtimalle bir koruma önlemi olarak konulmuş: Bir düşünceyi ne kadar çok yönden ve ne kadar detaylı anlatmak istersen o kadar çok sözcük kullanacaksın ve ne kadar çok sözcük kullanırsan o kadar karmaşık olduğundan anlaşılmayacak. Tam tersini yapıp yeterince rafine edersen de düşüncen sadece Buda'nın gülümsemesinin anlaşıldığı kadar anlaşılacak veya bir klişe olup gözler önünde gizli kalacak....  ........................ Gerçekten hayat tek kişilik bir yolculuk sanırsam, şimdi daha net görüyorum, sanırım yani, sonuçta ne görmeye başladığımı tam olarak idrak edemiyorsam doğru görüp görmediğimi de söyleyemem di mi? Ama insan kendi bulmalı, ne yazık ki sonradan kimseye de anlatamıyor..........)

4 Ocak 2010 Pazartesi

Nereye?...



Biraz önce bir arkadaşımla konuşuyorduk yapay msn ortamında... Temelde aynı dertten muzdaribiz, yani kısaca hayattan zevk almıyoruz, istemediğimizden değil bazen olduramadığımızdan belki de... Konuşma enteresan bir yere geldi ve bir matematikçinin mutluluğa bakışından bahsetti... Bu matematikçi düşünmüş taşınmış ve şöyle bir denklem koymuş ortaya: Mutluluk = Neşe/Gıpta.... Şimdi bu noktada matematikten çakanlarınız (ya da çakmak zorunda bırakılanlarınız) hemen farketmişlerdir: Gıpta sıfır'a (0'a) giderken mutluluk  sonsuz'a gider ve neşenin büyüklüğü (pozitif olduğu sürece) önemli değildir.... "Nereye mutlu oluyoruz?" gibi birşey dedi...

"Etrafımızda bu kadar çok uyaran varken; internet, televizyon, hava atan insanlar varken, bu kadar uyarana ne kadar karşı koyabiliriz ki? Her zaman bir şeylere özendirildik... Fakat işlerin böyle yürümediğini farkettiğimizde hüsrana uğradık... Artık hiçbirşeyi bırakıp da gidemeyiz ama işte kalmak da bir işe yaramıyor... Birileri birşeyler yaşıyorlar... Bunu gözümüze gözümüze sokuyorlar sonra kocaman bir soru işaretiyle kala kalıyorsun olduğun yerde: Neden ben de böyle şeyler yaşamıyoru, eksiğim nedir ki?"

Tam olarak bu cümleleri kurmadı sıkıcı bir msn ortamında ancak gerçekten iki bira içerken konuşsaydık, konuyu açtığında bunları ifade etmek isteyecekti sanırsam... Özenmenin iyi birşey olduğunu düşünmüştüm arkadaşım bunları bana farkettirene kadar... Yani özenmek itici bir güçtü... Yeterince özenirsen sen de özendiğin o hayatı yaşamak için birşeyler yapmaya başlayabilirdin.... ve sonra kim bilir? Belki de özendiğin hayatı yaşardın.... İstediğin şey seni mutlu etsin ya da etmesin ama başarabilirdin... Mutlu ederse çok güzel ama Murphy Kanunlarına göre hep en kötü ihtimal olurdu... Peki ya özendiğin hayatı gerçekten yaşasan ve bundan mutlu olmasan ama başkaları da sana özenseler ve bunun seni mutlu etmediğini farketsen... O zaman n'olacak? Başka şeylere mi özeneceksin? Nereye kadar? Hayatının son anında kocaman veya bir sürü küçük keşkelerle kalsan n'olacak?....

Herşeyi bıraksak keşke dedim içimden... Gerçek olamayacağını bildiğimden söylemedim... Ama Tibetteki rahipler daha mı mutludurlar hayatın içine batmış bizlerden?

Sürekli bir göze sokma olayı yaşanıyor, insanlar sırf facebooklarına koymak için fotoğraflar çekiyorlar, videolar arayıp buluyorlar, yalnız olmadıklarını yazılı bir ortamda belgelemek için birbirlerine laf atıyorlar.... Azıcık düşününce bu insanların hepsi bütün bu işlemleri (eğer bilgisayar kullanmayı biliyorlarsa) yalnız başlarına yapıyorlar... Nerde kaldı sosyallik?... İnsanlar öyle bir düzen yarattılar ki sonunda bunun kölesi olup çıktılar... Bir yalanı büyük bir gerçekle değiştirdiler ve en zıt düşünenleri (ki ben de bu gruptayım ayrı gayrı yok) bu düzenin en azimli savunucuları olup çıktılar....

Kimseye özenmemekle başlayabiliriz belki bu işe... İsterseniz size de özenen birilerinin olduğunu düşünün (ki ne olursak olalım mutlaka bir yerlerde vardır bu insanlar, iç dünyanızdan tamamen haberdar olmadıkları sürece dışardan mükemmel olabilirsiniz); isterseniz kısa bir süre içinde öleceğinizi düşünün (ki ne kadar yaşarsanız yaşayın zaman da görecelidir ve evrenin toplam var olma süresiyle mukayese edilince ihmal edilebilir bir süre yaşarız) ya da kendi yönteminizi bulun ama boğazınıza kadar çamura batmışken bile "Olsun hem bedavaya çamur banyosu yapıyorum cildim güzelleşecek hem de burnum hala dışarda ve nefes alabiliyorum..." diye düşünebilecek erdemin içinizde saklı olduğunu fark edin... Kendinizi kandırmaktan öte bir şey değil mi? Peki kendinizi kandırmak mı istersiniz yoksa başkalarının sizi kandırmasını mı? Doğrusu yanlışı yok bu işin! Nasıl mutluysanız öyle olsun... İster her sabah "İşte o gün bugündür!" diye kendinizi inandırarak uyanın isterseniz başkaları sizi "Belki o gün bu gündür he?" diyerek uyandırsınlar....

Korkularınızı bırakın bir tarafa.... İnsanlar hâkir görsünler, aptal desinler, "delirmiş ya bu" desinler, anlamasınlar, anladıklarını sansınlar..... Bir şey söyleyeyim mi? Afedersiniz ama (sansür de koymıycam, madem söylüyorum tam olsun) Bok yesinler! Her kim ki herşeyi çözdüğünü (herşeyi bir yana bırakalım bütün olanların binde birinin milyonda birini çözdüğünü) iddia ediyorsa en büyük aptalın aslında kendisi olduğunu gözden kaçırıyordur....

Yarın herşeyi akışına bırakın... Plan yapmayın... Kendinize kısıtlama koymayın... Sadece merak edin... İyi de olsa merak edin kötü de olsa.... Hiç aklımıza gelmeyecek şeylerin nasıl gerçekleştiğini farkettiğiniz o kısacık an'a ulaşabilirseniz.... Sadece gülümseyin ve "hayat çok komik bir şey..." diyip geçin.... Çünkü onu alt etmenin tek yolu bu gibi görünüyor.... O anda zincirlerinin artık sizi tutamadığını ve kurallarının size işlemediğini farkedeceksiniz.... Fakat uyarayım çevrenizdekilerin büyük bir çoğunluğu bu kurallara göre bir hayat kurmuşlardır ve bunların size işlemediğini görmek sanki alkollüyken onların araçlarına el konulmuş da siz alkollü araç kullanırken 100 kişiyi öldürmüşsünüz üzerine de ömür boyu harcayamayacağınız kadar para ile ödüllendirilmişsiniz  gibi hissedecekleridir... Bu onlarda bir öfke yaratacak (ki kendileri bile farkında olmayacaklar) sonra size saldıracaklar doğrudan veya dolaylı olarak.... Ya dedikodunuzu yapacaklar ya size laf sokacaklar vs. Ama bunu çekemeyecekler ve fakat sizin gibi olmak için de çok sevdikleri "mükemmel" kurallarından da vazgeçemeyecekler.... Onların kazanacağı kesinmiş gibi görünen bir oyun ters dönmüş, nehir yukarı akmaya başlamış gibi hissedecekler... Bu sefer size bakıp özenen onlar olacaklar.... ve o anda belki kulağınızda duyarsınız: "Şah mat!"


Son olarak bu şarkının sözlerine dikkatinizi çekmek istiyorum, o kadar istiyorum ki altına Türkçesini de çevireceğim (daha iyi çeviren olursa onu koymak isterim burdan duyurulur). Hepinize iyi geceler ve içinizdeki potansiyeli fark etmeniz için iyi niyetlerimi dilerim....


Dave Mathews - Seek Up

Sometimes I feel like I'm falling
Fall back again, fall back again,
Fall back again, fall back again

Oh, life it seems a struggle between
what we see and what we do
Well I'm not going to change my ways
just to please you or appease you
 Oh look at this crowd, six billion proud
willing to punch it out
Right, wrong, weak, strong
ashes to ashes all fall down
Look around about this round about
this merry-go-round and around
Well If at all God's gaze upon us falls
it's with a mischievous grin, look at him

     Chorus1:
Forget about the reasons and
the treasons we are seeking
Forget about the notion that
our emotions can be kept at bay
Forget about being guilty
we are innocent instead
(For) soon we will all find our lives swept away



Oh look at me in my fancy car
and my bank account
Oh, how I wish I could take it all down
into my grave, God knows I'd save and save
Man, take a look again, take a look again
things you have collected, well in the end piles up
to one big nothing, one big nothing at all

(chorus 1)

  Chorus 2:
You seek up an emotion
and your cup is overflowing
You seek up on emotion,
sometimes your well is dry
You seek up a big monster
for him to fight your wars for you
But when he finds his way to you, the devil's not
going, "Ha ha, ha ha"

(Say, oh say)

Late at night with TV's hungry child
his belly swells
Well, for the price of a coke or a smoke
I could keep alive those hungry eyes
Man, take a look again, take a look again
Eveyday things change
But basically you and me stay the same

(Chorus 1)

(Chorus 2)

Fall back again, fall back again
Fall back again, fall back again



Dave Mathews - Arayış


Bazı zamanlar düştüğümü hissediyorum
Tekrar düşüyorum, tekrar düşüyorum
Tekrar düşüyorum, tekrar düşüyorum...

Ah hayat gördüklerimizle yaptıklarımız arasında
bir mücadele gibi görünüyor
Pekala da seni hoşnut veya tatmin etmek için
yolumu değiştirmeyeceğim
Bir kalabalığın arasında, altı milyar gururlu,
bırakmaya (terk etmeye) istekli
Doğru, yanlış, zayıf, güçlü...
küller küllere, hepsi yıkılırlar...
Etrafına bir bak bu atlı karınca dönerken bu çember içinde
Pekala Tanrı gözünü üzerimize dikerse
haşarı bir sırıtma vardır yüzünde, ona bir bak...

   Nakarat 1:
Aradığımız nedenleri ve ihanetleri unut...
Duygularımızın uzakta tutulabileceği düşüncesini unut...
Suçlu olmayı unut, bunun yerine masumuz biz...
Çünkü yakında hepimiz hayatlarımızın süpürüldüğünü (harcandığını) farkedeceğiz...

Ah bana bir baksana! Muhteşem arabamın içindeyim
ve banka hesabım da cabası
Ah ne kadar isterdim bunların hepsini yanımda mezarıma götürebilmeyi...
Tanrı biliyor ya biriktirirdim ve birirktirirdim sürekli....
Dostum tekrar bak, tekrar tekrar topladığın şeylere bir bak,
sonunda hepsi üstüste yığılırlar...
Tek bir büyük hiçliğe, sonunda tek bir büyük hiçliğe...

(Nakarat 1)

Nakarat 2:
Bir duygu arıyorsun ve bardağın taşıyor...
Bir duygu arıyorsun, (ama) bazen kuyun kuru...
Büyük bir canavar arıyorsun, savaşlarını senin için savaşsın diye...
Fakat seni bulduğunda, şeytan gitmiyor "Ha ha, ha ha"

(Söyle, aah söyle)

Gecenin geç vakti, televizyonun aç çocuğu, karnı şiştikçe şişer...
Pekala bir kola veya bir sigara pahasına bu aç gözleri canlı (uyanık) tutabilirdim...
Dostum tekrar bak, tekrar tekrar bak;
Hergün herşey değişir
ama temelde sen ve ben aynı kalırız....

(Nakarat 1)

(Nakarat 2)

Tekrar düşüyorum, tekrar düşüyorum
Tekrar düşüyorum, tekrar düşüyorum






1 Ocak 2010 Cuma

Olmaz Abidin, zorlama!

Eee Abidin... Gecenin bu saatinde rahatsız ettin durdun... hayırdır nedir derdin? Yaz, yaz, yaz dedin de ne yazayım Abidin? Yazdıkça kendimizi yazıyoruz buraya, insanlar sokakta deli gibi bakmaya başladılar, sanki hepsi benzerlerini yaşamıyorlarmış gibi... Ne söyleyeyim Abidin? Söylenmedik bişey kaldı mı bu dünyada?

Yalnızız diyorum Abidin! "Ama ben değilim!" dercesine fotoğraflar yükleniyor internete.... Farkettin mi Abidin? Kimse fotoğraf çektirdiği herkesle birlikte yüklemez bu fotoğrafları... Bunun belki sadece senle ben farketmişizdir ama insanlar o aletin başında tek başlarına oturup da yüklerler Abidin...

He n'olur Abidin? Ben sana söyleyeyim. Hiç de birşey olmaz herşey bittiğinde... Sadece insanlar başını yerler "beni unuttun mu?" diyerek, biraz daha somurtkan olursun, biraz daha az anlatırsın, saman altından yürütürsün suyunu, ardını arkasını bilmeyen adamlar nasıl göğüs gerdiğine akıl sır erdiremeyip kendilerini tüketirler, sen bilirsin ama bildiğine mutlu olmadan, geçmişe dönüp bakarsın ve sonra dersin ki "büyüdük".... Hiçbir şey olmaz Abidin... Hiçbir şey!


Sonra insanlar ahkam keserler sana.... Ölüm derler, ne yollardan geçtik derler, bu gidiş gidiş değil derler, bilmezler ki her balığın suyu kendine pistir Abidin, iki yudum rakıyla içlerini dökecek zaman bulamayanların iki kitap söz söylemeleri abes değil midir? Ne de bilgili sanarlar kendilerini kara cahil hallerinde...


Sevgiden haberi olmayanların ölülerin ardından ağlamaları nedendir Abidin? Kendi pişmanlıkları değil midir? İnsan gerçeği görmekten neden korkar peki Abidin? Kendi acizliğini kendisi bile farketmekten kaçınmışken bunca yıl başkası farkedince kendini çıplak mı hisseder?


Peki Abidin bana hep umut veriyosun, gelecek güzel diyosun, seninle bir kişi daha fazlayız diyosun, dünya bireylerden oluşur sen değişirsen tümü değişir diyosun....... Peki neden sadece bana diyosun Abidin?

Herkese hoşaf verdin de insanların eşek olduklarından başka yeni ne farkettin ki Abidin?...

30 Aralık 2009 Çarşamba

Aranızda 25. Saati izlememiş olanlar varsa bu ve bunun altındaki videoları izlemeMEniz tavsiye edilir!!!!




FUCK!!! Without any fucking censor!!! JUST AN EASY AND RELAXIN FUCK and that's all I wanna say....

Kötü şeyler yaptım... artık ne desem nafile....

Karanlık tarafa doğru çekilirken an ve an bir yıl daha bitiyordu, ben 24 yaşında, aklımda "hayatın baharı nerdedir?" sorusunun eşlik ettiği bir dizi düşünceyle ben yorgun, tanımadığım tarafları keşfediyordum, içimdeki çocuğa her gün kötülük ederken "böyle olmak zorunda" diye kendime dersler verirken, bir yıl daha bitiyordu ve ben 24 yaşımda ve ben yorgun ve ben kötü.... ne bok yiyeceğimi bilemiyordum....

Gökyüzünde ay vardı bu akşam... Dolunaydan biraz eksik ve etrafında bulutlardan bir çember.... Tanrının gözü olsaydı kesinlikle böyle muazzam bir şey olurdu... Bir toz tanesi kendini şu dünyada ne kadar önemli zannederse kendimi o kadar önemli zannedermişim...

İnsanlar görmüşüm.... kendimden vazgeçip peşlerinden koşmuşum.... bilmemişim ki zamanı bol olanın değeri az olurmuş... Çokmuşlar ama hiç yokmuşlar.... İşler varmış, gidişler varmış, mesafeler, yükümlülükler, kurtarılması gereken bir hayat varmış.... Ben birzamanlar bunları derken yokmuş ama şimdi kendileri yaşayınca varmış... Hayatmış bu.... Bilmiyorlarmış ki 5 dakika içinde perdeler kapanıyormuş....


Maskeler yapmışız sonra kendimize.... Yaşama yükümlülüğümüzü derinlere gömüp unutmuşuz ki aslında istesek de yaşayamayacağımızı hatırlayıp da üzülmeyelimmiş... Bakmazsan görmezmişsin, görmeyince de gönül katlanırmış, cahil kalan mutlu kalırmış... Bilginin güç olduğuna inanmışım.... Meğersem güç de sorumlulukmuş... Demoklesin kılıcını farkettiğimde meğersem pamuk ipliği kopmuş.... Şarabını içerken Dionisos'a gülmüşüm... Verdiği dersin alındığını farketmiş olacak ki o da kadehini bana kaldırmış....

Demokles bir süreliğine tahtını bana vermiş ve kılıcıyla tanışmama sadece 5 dakika kalmış..... Herkes bana bakıp da kılıcın sadece benim üzerimde salındığını sanmış ama kimse yukarı bakacak cesareti gösterememiş...

Son bir kadeh doldurmuşum da etrafı seyre koyulmuşum....

26 Aralık 2009 Cumartesi

Ölümden yaşam doğar...

Siz hiç ölümü düşündünüz mü?

Depresyon adası dolaylarında veya içinde bulunduğunuz hayatı unuturcasına değil... Zihinlerinizde büyük bir boşluk veya cennet-cehennem imgeleriyle de değil... Veyahut "zaten öleceksem... salla paşam gönder bi duble daha..." gibi de değil...

Siz hiç ölümü düşündünüz mü?

Neden vardır ölüm, neden giden kimse geri gelmez (şarkıdaki gibi), kendinizi hiç tanrı yerine koydunuz mu? Ben bi kere koydum... Çok saçma gelebilir ama devam edin lütfen (o zaman intihar meğilli olmadığım ortaya çıkacak çünkü). Şimdi düşünün, bütün ruhlar (kolay olacaksa insanlar da diyebilirsiniz ancak maddesel olarak algıladığımız anlamıyla değil. Çevrenizdekilere benzetmek isterseniz bir ağaç deyin, bir taş deyin ya da su deyin ama işte insanmış onlar...) bir gün toplanmışlar... Huzur, mutluluk, refah ve bolluk içinde yaşıyorlarmış... "İnsan bundan sıkılır mı ya?" demeyin... Deyin ki "sıkılmışız..." (henüz gerçek nedeni ben de bulamadım ama bitiş cizgisinde bir açıklama mutlaka olacak) O zamanlar tabi ki tek bir hükmeden güç yok (aslında şimdi de yok ama böylesi daha kolay geliyor inanmaya...), zaten kötülük olmadığı için kural yok ve bu kuralları uygulaması gereken mutlak tek güç de yok... Hep beraber (buna sen de dahilsin ben de) oturup karar vermişiz: "Bir şey yapmalıyız!". Bu şey gerektiğinden karmaşık olmamalı ancak içinde bulunduğumuzda basitliğini hepimizin kavramaması da lazım... Öyle bir şey olsun ki hepimiz aynı olalım ancak birbirimizden haberimiz olmasın, herkes bir herkes de öteki olsun... Hepimizin kendimizce erdemli düşünceleri olsun olaylara dışardan baktığımızda ancak içine girdiğimizde kendimizi tanıyamayalım... Ak-kara olmasın ama sonunda akla karanın ayrılacağına inandıralım kendimizi... N'apalım n'apalım? derken şu anda yaşadığımız sistemi bulup inşa etmişiz... Herşey güzelmiş ve ilk başlarda bazı eksiklikler varmış... Mesela ilk gelenlerin sayısı az diye herkes birbirini kolluyormuş, seviyormuş ancak kimin gerçekten ayaklarının üzerinde bireysel  olarak durabilip kimin topluluğa çaresizce bağımlı olduğu ayırt edilemiyormuş bu yüzden de önceki yaşamdan çok farklı değilmiş... Bir eksiklik de şuymuş: "insanlar" yaşamaları gerekenden çok yaşıyormuş, zira bitiş denilen şeyden habersizmişiz... (Her ne kadar toplanıp tanrıyı oluştursak da demek ki tanrıların da öğrenecekleri şeyler ve tadacakları yeni zevkler varmış...) Sonra üzüntüyle tanışmışız... Kaynağı gene bizmişiz ama bilmezmişiz... Yıllar boyu bu üzüntüleri biriktirip durmuşuz... Çok ağır gelmişler... Bu böyle olmaz diyerek yeni bir şey keşfetmişiz: Ölüm!

Hiçbirimiz başta (kendi yarattığımız şeyi hatırlamadığımızdan olacak) ölümü kavrayamamışız... Birşeyleri sevmişiz ve onlar bir gün gözümüzün önünden rızalarımız olmadan gitmişler... Üzülmüşüz, sinirlenmişiz, isyan etmişiz ama bunların hepsinin kendimize olduğunu gene de bilmemişiz... Asıl üzüldüğümüz sevdiğimizin gidişi değil de bizim onunla istediğimiz şeyleri yapamamış olmamızmış, o gidiyormuş bi yere ama biz daha birey olamadığımız için yalnız kalıyormuşuz, kızıyormuşuz ona "beni neden burda yalnız bıraktın..." diye. İşte bunları düşünmemiz de normalmiş çünkü birazdan söyleyeceklerimi düşünüp de uygulamaya koyabilirsek zaten dünya gene geçmişe dönecekmiş ve bir anlamı kalmayacakmış... Özet olarak sistemi böyle kurmuşuz ve şimdiye kadar da tıkır tıkır işlemiş...


Peki nedir ölüm? Parası olan, genç, güzel ve her istediğini elde edebilen bir bayan için bir lanet... kanserle boğuşup her kemoterapide binlerce kez ölen için baldan tatlı bir lütuf... Ama ölüm aynı ölüm, değişken olan sadece hayatlar...

"Hiç gitmeyecekmişsiniz gibi yaşamayın" diyenlere inanmıyorum bilakis hayatı böyle yaşamak gerektiğini düşünüyorum. Demek istediğim hayatın her zevkine dalın da sonunda yaşamayı çok da istemeyeceğiniz kadar karışmış bir hayat ve kullanılamayacak bir beden sahibi olmayın, ancak zevkine varın herşeyin...

Konuya geri dönersek... Siz hiç ölümü tabu olmaktan çıkarıp da düşündünüz mü? "Yarın ne yapsam?"ı düşündüğünüz gibi, "Alışverişte ne alsam?"ı düşündüğünüz gibi.... Siz hiç bir eyleme geçmeden önce "5 dakika sonra ölebilirim" diye düşündünüz mü? Ben deniyorum... ve bazıları için çok tehlikeli olabilecek birşey oldu.... ama şimdi bazı gerçekler vardır ya, hani kendin deneyimleyip bulunca muazzam birşeydir ancak cümleye dökülüp de önüne hazırcana verilince içi boş gibi görünür (bkz. lütfen basit atasözlerinin hayatınızdaki yansımalarını inceleyin ne demek istediğimi ucundan bucağından anlayacaksınız) işte bu söyleyeceğim de o kadar yalın ve net ki bu yüzden her yalın ve net şey gibi çok boş görünür.... Ölümü düşünün ama faydacı olarak düşünün, pratik olarak düşünün. Çıkıp dans ettiğinizde kimlerin güldüğü önemli değil, (zaman eğer göreceli ise) zaten 5 dk. sonra hepsi de öldüler, tozlarınız bile kalmadı.... Karşıda gördüğünüz kişiyle tanışmak istiyosunuz... e tanışın çünkü zaten öldünüz...

Ölümü hayattan zevk almak için kullanın.... bu azraile atabileceğiniz belki de en büyük çalım olabilir....


Not: Ben daha neler neler söylemek istiyordum aslında ama "Dünya üzerinde, Güneş altında söylenmemiş söz yoktur dostlarım" diyen düşünür bir kez daha haklı çıktı... Google'da "ölümü düşünmek" diye aratırsanız bu yazının copy-paste silsilesi olduğunu bile düşünebilirsiniz... en sonunda (kendimden hiç beklemezdim ama emeğe saygı diyim ne diyim) Ebru Gündeş'e bağlanıyor konu.... Ölümsüz aşklar var da ölmeyen aşık var mı.... Kadın bütün özeti vermiş şarkıda düşünene.... Kaldı ki Ebru Gündeş ile aynı kefeye koymamın kendilerine hakaret olmasa da çok çok uygunsuz kaçacak nice düşünür düşünüp durmuşlar ölümü... ölmüşler sonra :] ama işte olay bu değil. Kitap, yazı vs okunsun, destekliyorum, ancak kimse kendisinin düşünüp de bulamayacağı birşeyi bir kitaptan öğrenip gelip ahkam kesmesin, ciddiyim sert çıkarım! Ama sen bir miktar düşündün ve farklı bir bakış açısı lazım... nerden bulcan her zaman zıt görüşlü adamı (ya da sadece "ADAM"ı), işte o vaikt oku canım kardeşim! Gerisi.... sınav sorularını ezberleyip ÖSS'ye giren adamdan farksız gözümde...


Not2: Nalet olsun Google'a! Orjinal düşüncenin kökünü kuruttular.... ne düşünsem orda zaten biri düşünmüş... kendimi çok gereksiz hissediyorum an itibariyle....