10 Aralık 2009 Perşembe

Hiçten gelir hiçe gideriz, pervaneler misali hep ışığa geri döneriz (aka. Carpediem'e başka bir bakış...)

Şimdii efendim nerden çıktı bu yazma şevki? Ben de bilmiyorum ama bu gece ikinci yazı oluyor yahu. Neyse paylaşımın iyisi kötüsü olmaz. (olmaz di mi? : S )

Efendim bildiğiniz gibi ben bir aya kadar falan mühendis ünvanı alacağım ve herhangi bir mühendise hiçbirşey öğretmeseler şunu öğretirler: Para-Zaman ilişkisi yani kazanç hep maksimum olurken zaman kaybı da minimum olacak. Patron ööle der, işçiler tersini isterler, herkes arayı bulan kişiyi insan kaynakları departmanı, psikoloji birimi (artık her neyse), yöneticiler ve yardımıcıları falan sanır ama işin aslı bu diildir ki :] (Bak dünya gene çok komik) Patron, yardımcısına fırça kayar "Para zaman para zaman para da para zaman da zaman" diye, yardımcı bir yöneticiye gider ve biraz yumuşatarak "Para zaman para ve de zaman" der, yönetici İK'ya gider "Para zaman?" der, İK ya işçi çıkartır ya da psikoloji insanları ile ortaklaşa bir proje başlatır (sanki binanın içi pembe olunca işçi evine daha çok ekmek götürecekmiş de daha mutlu olacakmış gibi :] ) (Yani fabrikayı bir fabrikadan ziyade bir garsoniyere çevirirler ki adamcağızlarda içerde alem yapacaklarını sansınlar henüz sahibi olup olmadıklarından bile haberlerinin olmadığı bilinç altlarında) neyse bu işler döner dolaşır mühendise gelir "Ya para diyolar zaman diyolar sen de bişeyler de ama bana değil!" diye. E kime desin adam gidiyo işçinin yanına, sırtını sıvazlıyo "Hadi be Zülküf usta, koparalım şu işi de kurtaralım yaa!" konulu samimi bir konuşma çekmesi gerekiyor. Yani mühendis aslında aradaki tamponmuş :]


Neysecime ben bunların arasında boğulup da 1 ay sonrasına kendimi hazırlamaya çalışırken "ben hayatsal sorunları neden mühendislik yaklaşımıyla çözmüyorum ki?" Zaten (benim için) önemli filozoflar da önceden (kabaca) mühendislermiş. Şimdi mühendislikte verimlilik diye bir kavram atıldı ortaya yakın zamanda. Yani çok iş az maaş, çok kâr az zaman kaybının ağdalı biçimi ve bu düşünceye göre de "bir şeyi yapmadan önce iki ölç bir biç aynı noktaya döneceksen ve aradaki şeyler gereksiz ise onları hiç yapma." E dedim cihan, doğuyosun bilmediin bi yerden geliyosun, ölüyosun bilmediin bi yere gidiyosun. Aradakiler nereye gidiyo peki? Mesela Zimbabve'de sen bu satırları yazarken (ama siz okurken) ölen adamın adı hiçbir yerde geçiyor mu? Yooo. E sal birazcık o zaman, az biraz rahat ol. Düşün düşün nereye kadar? Kefenin de cebi yok. Hayırsız evladın olursa da zaten ona da dağ dayanmaz. Meçhulden geldik gideriz meçhule. Azcık rahat yaa dedim. Kafayı kaybedince daha ötesi yok dedim. Bööle olmaz dedim. An itibariyle vitesi de rölantiye aldım, olayı kısmete bağladım. Çünkü hayat tek kişi çözülemeyecek kadar karmaşık, çok kişiyle tartışılamayacak kadar sıkıcı, birinden yardım alamayacak kadar parçalanmış, birinin seni anlamasını sağlayamayacağın kadar farklı bir denklem. Çözdüm çözdüm daha da dolandım. Lakin ben bu işin içinden çıkamadım...

O zaman dedim ki: "Haydi gel içelim, bu evrende bir tozsun tarih seni unutsun haydi gel içelim, mazi kalbinde bir yaraysa unut artık ne varsa haydi gel içelim..." dedim.

İçtikçe çözüyorum çözdükçe içiyorum, optimum seviyeyi kaybetmeden üst varlığa kıçın kıçın yanaşma çabalarım devam ediyo. Siz de aynısını hissediyorsanız haydi gelin içelim...

Not: O zaman madem arayı yaşamak zorundayız en çok zevki almaya bakalım. An itibari ile de günün mottosunu: "Boş durma en azından boşa çalış, merak etme boşa gitmez sen git hayata karış!" olarak atadım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder