24 Kasım 2009 Salı

Anla(ş)mak...İletişmek üzerine...

Selamlar!

Bir kaç gündür bişeyler yazamadım buraya. Sonunda (hayat ileri geri hakkında bilip bilmeden atıp tuttuğum herşeyi kozmik bir şaka gibi başıma birer birer getirdiği için) "Yazmayınca olmuyor! İçimde birikenleri kağıda dökülmeliler, yoksa olmuyor!" diyen arkadaşların halini anladım. Herbirine sonsuz özürlerimi bir borç bilirim. Bundan kelli de ööle düşünmeceler yok artık bende (yani umarım kendimi kaptırıp konuşmam.... konuşmam da şimdi de bunu sööleyince karşıma konuşmam gereken durumlar çıkacak sonra konuşcam sonra da konuştum diye onlar başıma gelecek.... pff kısır döngü! Özet olarak büyük lokma ye büyük laf etme!).

Şimdi 1-2 gün önce kendime hatırlatma olarak buraya attığım yazıcığa baktım ancak şöyle bir durum zuhur etti (zuhur ne be?) : Ben o hatırlatmaları özellikle kısa tuttum ki çok da bir fikir belirtmesin ancak ve lâkin (peki lâkin ne olm?) ben onlardan hiçbir şey hatırlamıyorum (!? hatta :s ) artık hatırladıkça yazıcam n'apiyim...

Perşembe akşamı terk-i diyar eyliyorum Ankara'dan İstanbul istikametine, artık nereye varırsak... kısmet ama işte gidiyorum. Peki neden gidiyorum ki? Ankara mı battı deli mi dürttü? Aslında hiçbiri demek isterdim ama bunların ikisi de oldu fekat (nalân :p ) bundan daha da önemlisi orası kendim gibi olabildiğim nadir yerlerden biri (corci - abi anlam bozukluğu oldu yaa çünkü orası ööle olduğun tek yer sanki bir yerde bir yer gibi oldu.). Yani ne demek ki bu şimdi? Normalde iki yüzlümüyüm? Çok ağır oldu ama belki de farketmeden öyleyim ya da öyle olmak zorundayım. Neden mi? Çünkü burası Ankara, burada katı suratlı insanlar güneşli günde üzerinize yağmur yağdırmak istiyorlarmışçasına sinirli bakarlar. Belki ürkekliklerini gizlerler böyle yapınca, belki böyle yapmak gerekiyodur, bilemem ama burda susarsanız ya "elleşmeyin delidir" diyip çekip giderler veya "illâ ki bizimlen konuşcan, eğlencen!" diye anlamsız bir baskı oluşur üzerinizde. Onlar da büyük ihtimalle sizi mutlu görmek isterler de bu yüzden kurarlar zaten o baskıyı ama genellikle nedeni "yaaa zaten bunalmışım bi de senin suratını çekemiycem, eğlendir beni yaaa" gibi geliyor bana. (Nedense?) Ama işte İstanbul öölemi? Ordayken bir rahatlık, bir huzur oluyor içimde. Belki zaten burda az kalıcam diyedir belki de yabancılık psikolojisidir. Nedeni ne olursa olsun benim için işe yarıyorsa çok da kurcalamıycam ama işte bir neden var ki o önemli: İstanbul'da bir sürü dostumun olmasının yanı sıra içlerine bir tanesi var ki herkesin ayrı ayrı olan yerlerinin arasında onunkisi ayrı! ML var İstanbul'da yaa! Diğer bütün dostlarım da zaten ML sayesinde tanıştığım ve hayatımda "iyi ki olmuş! Ne de güzel olmuş! Keşke hep olsa!" dediğim nadir [kişi, olay, ilişki vs.]lerdir (corci - uygun kelimeyi seçemedin di mi? Yaa işte kalakalırsın ööle!). (Bu vesile ile de ML'e minnetimi dillendirmiş oldum, iyi ki de oldu.)

Şimdi neden bunu bu kadar rahat yazabiliyorum yukarıya? Çünkü onlar nam-ı diğer "İstanbul Tayfası" (süper bir kuruluş ismi gibi) bu yüzden birbirimizi anladığımıza inanıyorum ve hepsi de ML ile olan bağımızı bilip kabul ederler, yadırgamazlar ve kendilerini de çok sevdiğimi bilirler. (Artık gösteremediysem de bu benim eşekliğim olmuş olur, kulağımı çekiniz.) Bu yüzden de tek tek şu da şöyle iyi, bu da böyle güzel bir insan, öteki 10 numara dememe gerek yok (mu?) (corci - e abicim onlara da sevgini göstermen lazım. cihan - sen onu doğru dedin corci yaa ama bi dur konuyu dağıtma)

Özetle İstanbul Tayfası ile bıdır bıdır konuşmak zorunda hissetmezsiniz kendinizi, cümleler aklınızdan ve ağzınızdan kendileri fırlamak isterler fakat söz döner dolaşır da yumuşak noktanıza ulaşırsa susarsınız. Kimse neden sustu demez ki orda. Anlarlar, anlaşırsınız. Sözcükler olmadan, hatta bazen mimik ve jestlere de gerek kalmaz. Anlamasalar da bu önemli değildir. Çünkü bir dostun yapması gerektiği gibi sakince oturup beklerler. Gerektiğinde uzanıp ellerini tutabileceğiniz bir mesafede.

Büyük bir ihtimalle bir şehirdeki "dışardan gelen" olmakla ilgili birazcık da bu ama olsun. (Hmmm İstanbul Tayfası da acaba "burda hiçbir halt YOK!" diye ısrarla vurgulamamıza rağmen bu yüzden mi hala "Ankara'ya gelelim yaa" diyorlar. Bunu diyenler de genellikle Ankara'da uzun süre yaşamamış olanlar. Neyse bunu onlara sorayım, sonuçta nedenler değişkenlerdir.)

Geleceğim nokta ise şudur: Bir gün gelecek... yakın değil... kolay değil... belki birazcık ütopik ama bir gün gelecek. Öyle bir gün ki bu o günden sonra artık sözcüklere gerek kalmayacak. Sadece dost meclislerinde değil, bütün insanların ortasındayken de. (Sözcüklere gerek yok derken basit cümleleri bunların dışında tutalım, örn: karnım acıktı!) İnsanların yüzünde hafif bir tebessüm içlerindeki huzuru dışarıya yansıtacak. Düşünsenize dünya nihayet yaşanılır bir yer olacak çünkü insanlar yapmakla tek mükellef oldukları ve en iyi yapmaları gereken işin yaşamak olduğunu ama günü kurtarırcasına değil, huzur ile dolu, mutlulukla dolu bir yaşamı yaşamak olduğunu farkedecekler. Bunca zaman gözlerinin önünde duruyor olacak cevap ancak o âna kadar hiç cevap için gereken soruyu sormadıklarını farkedecekler. Dünya daha güzel bir yer olacak hatta en güzel bi yer olacak. O gün gelecek ve o günün geldiğini kavaktaki balığı otuz şubat günü gördüğünüzde anlayacaksınız! O zamana kadar bunu önceden öğrenmiş sayılı kişilerden birkaçı oldunuz...Keyfini çıkarın :)

Neyse işte... İstanbul'a geliyorum! Kendimi biraz daha bulmaya belki de...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder