18 Kasım 2009 Çarşamba

Ayrılık da sevdaya dahil...




Her ayrılan terketmiş mi olur?

Yaygın bir inanış var ya hani: "Giden terkediyordur" diye, ben Murathan Mungan'ın aşağıdaki şiirinin verdiği mesajı seviyorum bu konuda.


TERKEDEN

Kimdi giden kimdi kalan
Giden mi suçludur her zaman?
Ne zaman başlar ayrılıklar
Dostluklar biter ne zaman

Her geçen gün bir parça daha
Aldı götürdü bizden
Aynı kalmıyordu hiçbir şey
Değişiyordu herşey, kendiliğinden

Artık çözülmüştü ellerimiz
Artık bölünmüştü yüreğimiz
Birimiz söylemeliydi bunu
Ötekini incitmeden

Kimdi giden kimdi kalan
Aslında giden değil
Kalandır terkeden
Giden de
bu yüzden gitmiştir zaten

MURATHAN MUNGAN

Bir ayrılığın nedenini, nasıl gerçekleştiğini yalın bir biçimde anlatmış sanırım. Hala bunun ötesinde tutup da eski güzel Türk filmlerinden çıkmış "Beni sevmiyor musun Rifat?" gibi sorular anlamını yitiriyor günümüzde (en azından belirli bir seviyenin üzerinde olanlar için diyelim en azından). Şimdi seviye diyince de okumuşu, cahili, tecrübelisi veya toyu diye ayırmayalım da hayali ve birbirinden farklı iki seviye düşünelim. Bunlardan bir tanesine sevgi yeter de artarken diğeri sevgisinin yanında başka ruhsal-fiziksel ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir sevgi arar, hiç olmadı iki seviye arasındaki hayattan beklentiler farklıdır, amaçlar ve bunlar adına yapılanlar (yapılması gerekenler) farklıdır.... bööle devam edersem işin içinden çıkamam yani ne öteki kırılsın ne beriki bozulsun diye bitmiycek bu yazı. Kısaca şartlar farklıdır yahu, bazen olmaz da olmaz, olduramazsın. İlişkideki bir tarafın mutluluğu (belki de dolaylı olarak ilişkinin de mutluluğu) diğer tarafın üzüntüsü ve/veya ezilmesi pahasına mümkün kılınıyorsa,bu ilişki nereye kadar gider. Mutsuz olan taraf kabul etse bile bu işleyişi, mutlunun hakkı mıdır önüne sunulanı bir insanın mutsuzluğu pahasına sorgulamaz bir sarhoşlukla kabul etmek? Evet mi..... hayır mı..... Kişisine göre değişir ve değinip de açıklamak istediğim nokta da bu değildi.

Bu yazının konusu aslında "ayrılığın doğal süreci" veya "ilişkinin son noktası: ayrılık" gibi düşünülebilir. Zuhal Olcay'ın yukarıdaki parçası çalıyor mu? Ne dedi orda: .....çünkü ayrılık da sevdaya dahil..... Hiç farketmemişim daha önce bunun bu kadar net olduğunu!
İnsan doğamız gereği (yani herhalde) bir şey iyi gidiyorsa, normaldir, doğaldır, hatta sorun yoktur, fakat ne zaman gri bulutlar belirse sanki işleyişte bir yanlışlık varmış, düzeltilmesi gereken birşey vardır gibi hissederiz. Çoğu zaman da doğrudur ve bu düşünce de o çoğu zamanların tecrübesi olarak işlemiştir "insan doğası"na. Ancak ya birşeyin illa ki kötü gitmesi gerektiğini, onun an itibariyle kötü olduğunu, sıkıntı yaratıp acı vereceğini bilmenize rağmen doğru şey olduğunu (hadi biliyorsunuz demeyeyim de) hissediyorsanız... o zaman n'olacak? Sorun yokmuş gibi üzerini örtüp bir sonraki krizi mi bekleyeceksiniz yoksa hissettiğiniz şey doğrultusunda, diğer tarafı da er geç rahatlatacak, ona birşeyler katacak olan acı kararı mı direteceksiniz? Olaylara bu yazı çerçevesinde sadece siyah ve beyazlarmış gibi baktığımın farkındayım ancak herşeyin net olduğu şartlar altında bile işleyemeyen bir fikre ulaşırsam, doğruluğu ve geçerliliği ne kadar olur ki? O yüzden bir sonraki adıma zemin hazırlamak için bu yazı "katı" baksın bu konuya.
Acı çekmek büyümenin ve olgunlaşmanın olmazsa olmazıdır! (Bu sözden "mazoşistçe acı arayın, bulun ve onu çekin, sadistçe millete acı çektirin çünkü asıl erdem burdadır..." benzeri anlamlar çıkartan arkadaşları gerçekliğe davet ediyorum, çünkü yok öyle bişey, tabi biri psikopat değilse....) Bu yüzden karşılaşıldığında acı çekmesini de bilmek gerekir. Neden mi? Her zaman söylerim: "O elma güneşte bu kadar çok yanmasaydı, tadı nasıl olurdu?" işte bu yüzden!
Kişinin ne istediğini bilmesi için önce istemediklerini yaşamalı sanırım. Üffffffff nerden nereye geldim yaaa müzik bi kesilip bi gelince bütün düşüncelerim sapıyor....

Demek istediğim: Ayrılık terketme değildir, karşı tarafı hatırladıkça. Bir terketme unutma değildir, karşı tarafın fikirlerini her daim kulaklarınızda duyup önem verdikçe... Uzaklaşma yüz üstü bırakma değildir, eğer o zamana kadar karşı taraf öğretmek istediklerinizi öğrenmişse ve illâki konuşmuyorsunuz, görüşmüyorsunuz, işiniz ayrı yolunuz sapa diye bu bir ayrılık değildir, eğer ki sizi hayatınızda bir basamak yukarıya taşıdıysa...
Yarın gidin ayrılın demedim ben! Ayrılık vakti yaklaştıysa şiirdeki gibi, olgun düşünün, zaman kaybetmeyin, acıyı ha bitti ha bitecek diye uzatmayın (Murphy'nin kanunları #34: Tünelin ucundaki ışık, size doğru gelen bir trenin far'ıdır.) çünkü o sonda görünen ışık pek hayra alamet değildir. 
Son olarak: Birbirinizi unutmayın, sevgiyle hatırlayın, kırk yıl bir gün karşılaşınca bir çay-kahve içecek hatrınız kalsın. Sizin yüzünüzden kalmamışsa bu hatır, bütün o ilişki süresini ne yazık ki boşuna geçirmişsiniz ve bu kadar değer veriyorum, bana benziyor kendimi buluyorum dediğiniz kısım meğer kendinizde nefret ettiğiniz parçanızmış demektir.
Bi de unutmayın: Ayrılık er ya da geç gelecektir, ya hazır olur bunu kendinize avantaja dönüştürürsünüz ya da pembe rüyalar ülkesinden gerçekliğin buzlu sularına girdiğinizde duvara çarpmış gibi olursunuz. Ve gerçeklikler ülkesinde küresel soğuma var, zaman geçtikçe sular daha soğuk oluyor.....
"Ölüm Allah'ın emri, ayrılık olmasaydı..." Orhan Veli KANIK.
Not: 1) Kırmızı at, Corci gibi hayali bir kahraman değildir, çok sevdiğim bir dostum, kardeşimdir inşallah ara sıra onun da paylaşımlarını burda görürüz.
2) Burcu'ya teşekküründen dolayı teşekkürü burdan bir borç bilirim. Ben kimse okumuyor, okusalar da sallamıyorlar sanıyordum ancak kendisi meğer ne kadar da benzer-aynı şeyleri düşündüğümüzü, insanların farklı farklı ama temelde aynı olduklarını bazılarının sadece kendilerini daha iyi gizlediklerini bazılarınınsa sadece gerek duymadıkları veya yapamadıkları için bazı ortamlarda kendilerini açığa vurmadıklarını farkettirdi bana. Meğer kendimizi her açtığımızda insanlığı açıyormuşuz cümle aleme... bilememişim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder